19 Mart 2009 Perşembe

Basra Muhribi


Dile kolay 12 sene ,12 sene cepheden cepheye giden ,genç bir delikanlı iken gözü yaşlı taze eşini arkasında bırakan binlerce gençlerden biri Dedem.Babamın Babası,Atam ,hiç tanımadığım,tanıyamadığım yanım,bir parcasını taşıdığım ...

Babacığım babasından çok sık bahsederdi.Öldüğünde Babam 16 yaşında daha lise talebesi.Babanem 5 çocukla dul kaldığında 45 yaşının üzerinde 50 ye merdiven dayamış.Askere gidecek bir çocuk ve gerisinde 4 tane daha bakılacak boğaz.Sıkıntı görmemişler babamlar,o döneme göre gayet rahat bir yaşamları olmuş,dedem ileri görüşlü,ticari zekası gelişmiş ve tuttuğunu koparan bir cengaver.Niyemi Cengaver, 12 sene o savaş bu savaş derken sağ salim memleketine dönebiliyor .O sağ salim dönüyor ama eşi vefat etmiş.Peki ya Babaannem bu farklı bir hikaye.Biz gelelim 12 senelik döneme;

Rahmetli Amcam Dedemin Askerlik hikayelerinden çok bahsederdi.Gözümde kimi zaman,karadenizin hırcın dalgaları arasında ,acık yeşil gözlerini ufka dikmiş,kaşlarını çatarak gelecek fırtınayı tahmin etmeye çalışan bir denizci,kimi zaman ise işgal altındaki İstanbul sokaklarında türlü türlü maceralara atılan karadenizli genç bir yiğit canlanır.Bunların abartısı var mıdır,bana anlatılanlara göre yoktur.

Bir karadenizliden askerde bir denizciden başka ne olabilir.Yusuf Çavuşta denizcidir.Denizcilerin hası .Hası ya .Dedem diyemi.Tövbe değil .Ayakta kaldığı,her gecen günle,yaşam nefesi aldığı her sabahla beraber daha da piştiği,tecrübe kazandığı için.Tecrübe önemlidir,gencecik delikanlıların ellerine kınalar sürülerek ,yollandığı bir yaşam savaşında tecrübe tabiki önemlidir.

Amcam söyle başlardı ;Babam bir gün İstanbul da ,İstanbul işgal altında .Her yer tehlikeli ,her yer tuzak,gece sokakta kalmaya gelmez.Böyle gecelerden birinde,Yusuf Çavuş gideceği yere yetişemiyor,hava kararmak üzere,kendine kalabileçeği bir han ararken ara sokaklardan birinde birden bir kapı açılıyor.Karşısında bir Papaz efendi.İçeri girmesini işaret ediyor.Böyle zamanda nasıl olur derken,içinde binbir şüpheyi de barındırarak,biraz ürkek ,biraz tedirgin kendini içeri atıyor.Karşısında ki kişinin ne yapacağını merak ederken,O onu bir dolapla gizlenmiş bir kapıdan içeri sokuyor.Papaz efendi kapıyı arkasından sıkıca kapattıktan sonra,içeride gaz lambası yakıyor.Gördükleri karşısında dehşete düşen dedem ,Paapazın sesi ile kendine geliyor.Evet ben müslümanım.Fakat dinimi saklamak zorundayım ancak bu şekilde insanlara yardım edebiliyorum diyor.Bunu defalarca dinledim.Bu ve buna benzer bir sürü hikaye duymuşsunuzdur,ağızdan ağıza dolaşan.İşte ilk ağızdan dinleyenlerin anlattığı.

Ve Basra Torpidosu,
Ve O Savaş
ÇANAKKALE

Dedem Çanakkale savaşına Basra Torpidosunun Çarkçıbaşısı olarak katılmış.Yavuz ve Midilli Fırkateynlerine eşlik ediyormuş,diğer torpidolar gibi Basra.Babacığımla Beşiktaştaki Deniz müzesinde Resmini çok aradık bulamadık Basra nın.Bir de O müzede hemen hemen her gemi mürettabatının bir listesi olmasına rağmen Basra nın yoktu.Bizim için bayağı üzücü bir durumdu.Hala bir anlam veremem buna.Küçük diyemi yoktu anlayabilmiş değilim.Ve savaştan bir kesit,gene Dedemin ağzından;

Savaşın o en korkunç taarruzunun olacağı gün,Karadaki birlik komutanları,denizde bulunan bütün askerlere karaya çıkıp savaşa katılma emri veriyor.Acil durum personeli dışında gemilerdeki çoğu asker karaya sevk ediliyor.Basra Torpidosu içinde geçerli olan bu karar,askerlere bildirildiğinde hepsi şehadet naraları eşliğinde filikalara doluşuyor.Dedem ve bir kaç subay kalıyor.Dedem torpidonun çalışması için gerekli olan kişi olduğu için,subaylar ise kendi aralarında kimin kalacağına ,kendileri karar veriyorlar.Gitmek isteyen askerlerin arasında zayıf çelimsiz gençten bir delikanlı da var,isterse kalabileceği söyleniyor kendisine ama hayır orda olmalıyım kumandanımla beraber diyor ve ısrarla gitmek istiyor.Ve Allah Allah sesleri arasında filikalar yola çıkıyor.

Taarruz tarih kitaplarına kendini kanla yazdırıyor,ölülerin dağ olduğu ,akan kanla denizin renginin değiştiği bir savaş.Denizde açıkta bekleyenler,Taarruz sonunda karaya çıktıklarında karşılaştıkları manzara karşısında hıçkıra hıçkıra ağlıyorlar.Ahmetler,Mehmetler toprakla bir olmuşlar Mevlalarına kavuşmuşlar.Peki ya o celimsiz genc,koskaca bir bölükten tek sağ kalan kişi oluyor.Bir siperin içinde buluyorlar onu,dışarı çıkarmak mümkün olmuyor.Tek söylediği -komutanım burayı canın pahasına koru dedi-
Ruhları Şad, Mekanları Cennet olsun İnşallah.

10 Mart 2009 Salı

Geçmiş Zaman Olur ki


Bu kayıt aslında Mevlüt Kandilinin olduğu akşam girecekti ama olmadı taslak halinde kaldı ve ancak bugün yayınlayabiliyorum.

Her kandil akşamı ,her bayram sabahı çocukluğumun o huzur dolu anılarına dönerim ve özlemle anarım.Keşke derim ,keşke o zaman da olsaydım.Benim çocukluğumda İBO isminde bir şarkıcı vardı ,yaştaşlarım hatırlar mı bilmem BENİM BALONLARIM VARDI diye başlayan bir parcası vardı.Orada geçmişe bir özlem ve bir değişimden bahseder ve evet ben bu parcayı çok sık anımsarım.Eski bayramlar mı yok yoksa ben mi yaşlandım.Eski kandiller mi yok yoksa ben mi büyüdüm.Çocuklarım ne hissediyor,bu günleri huzur dolu mu hatırlayacaklar.Bu günler ile ilgili ne hatırlayacaklar,ben ne hatırlıyorum...

Anneannemin evi Aksarayda Hor Hor caddesinde Molla Hüsrev Sokaktaydı,tuhaf gelebilir ama çocukluğumda bu adres benim için bir övünc kaynağıydı.Her hangi bir şekilde adresi biryerlerde söylemek zorunda kalırsam muhakkak bir yorum gelirdi adresle ilgili,bir de apartımanın adı Huzur olursa adresin şifresi tamamlanmış olurdu.Sanki eski çağlara acılan gizli bir geçit gibi.Bazen oraya gider evin içerisinde dolaşırım ama bu moda tabir ile sanal bir dolaşma-orası satılalı yıllar oldu -her odayı dolaşır,mutfakta su içer,sıcak yaz akşamlarında yaptığımız gibi arkadaki serin odada camı acar,oradaki yatağın üzerine uzanır ifil ifil yatarım.Bazen de evin ön tarafında bulunan salonu boydan boya kaplayan o büyük camın önünde durur akşam kızıllığının istanbul'un üzerine inmesini seyrederim.

Kandil günleri sabah erkenden 2 yengem gelir,akşam için hazırlıklar başlardı.Yemekler yapılır ,tatlılar hazırlanırdı.Evdeki telaş huzurun ve birlikteliğin habercisi olurdu.Akşam saatleri yaklaştığında artık masa kurulmuş olurdu,evdeki herkes oruçlu olduğu için o büyük camın önündeki koltuklara oturulur yavaş yavaş inen akşam kızıllığında akşam ezanı ve erkeklerin gelmesi beklenirdi.Ve işte büyük dayım geliyor ,mahalleye girişte havalı kornası çalmaya başlar ben geldim derdi.Yemekler ateşe konur ,ısıtılmaya başlanırdı yavaş yavaş.Küçük dayım sessiz sessiz gelirdi bir bakarsınız kapıda ama onun en küçük oğlu asansörü bile beklemeye dayanamaz merdivenleri ikişer üçer çıkarak kapıyı yumruklardı.Büyük dayımın küçük oğluda aynı şekilde bir telaşla eve girer doğru buzdolabına ne var ne yok diye araştırmaya.Tahmin edersiniz tuvalette bir sıra bir sıra...

Dedem salonda büyük koltuklardan birinde oturur.İki yanında iki oğlu,gururlu olduğunu her tavrından hissedersiniz.Her zaman ki gibi koyu bir sohbet başlamış.Konu -şu hükümetin durumu ne olacak-dayımlar iki farklı kutup tartışma böyle sürer gider bırakırsanız ve işte ezan okunmaya başladı.Herkes masa başında yerini aldığında ben, o günleri bu kadar özlemle anacağımı bilmeden zaman çabucak akıp gidiyor.Yemekte gene koyu sohmet devam ediyor ama asla siyasi konular değil ,daha sıradan daha günlük mevzular konuşulur.Tabakların biri gider biri gelir.Tabi servis yapan o biri herzaman sona kalır,yaşım ilerledikçe o ben oldum.

Yemek sonrası kılınan namaz ve mevlüt dinlemek için televizyonun karşısına geçiş.Bu kandil akşamlarından yalnızca bir tanesi,kimi zaman Sultanahmete gidilirdi yemek sonrasında,kimi zaman erkekler yakındaki camiye giderdi.

Şimdi mesafeler ve zaman herşeyi değiştirdi, bir yalnızlık ve boşluk var .Kandil akşamlarında geçmişe bir özlem var benim için.

6 Mart 2009 Cuma

Deli deli dalgalar


Sıcak bir Ağustos günü Annemle babamın bizi Amcamlara bırakarak yeşillikler arasında kaybolan o dik yokuştan inişini ve nasıl korktuğumu bugün gibi hatırlıyorum 4.5-5 yaşlarında olmalıyım. Onlar o dik yokuşu yavaş yavaş inerken ben arkalarından koşup, onlara seslenip son bir kez el salladığımı sonrasında ise deli gibi ağladığımı yengemlerin ise beni teselli edemediklerini söylemeye gerek yok sanırım.Ağrıya gidiyorlardı.Artık Trabzon da yaşayacaktık.Babamın ,mecburi hizmet sonrası tayinini memleketine istemesinden başka ne doğal olabilirdi ki.İşte bu nedenle ,eşyalarımızı getirmeye gidiyorlardı.

Erkek kardeşimle beni küçük amcamlara bırakmışlardı.Fındık zamanıydı ve fındık zamanı karadenizde yoğun bir telaş olur.Sabah namazı kalkılır,sıkı bir kahvaltı yapıldıktan sonra öğlen azığı hazırlanır ve bahçeye inilir.Eğer toplanacak yer eve yakın ise öğle yemeğinde eve gelinir,değilse bahçede yenilir yemekler.Kardeşimle beni de fındığa götürüyorlardı.Çünki herkes ordaydı evede kimse kalmıyordu.Sırtlarındaki sepetlerden birinde ben ,diğerinde kardeşim küçük birer kral -kralice edasında bahçeye indiriliyorduk.Halimizden çok memnunduk.İstediğimizi yapıyor,koşup oynuyor istediğimiz kadar da fındık yiyorduk.Bir çocuk daha ne isteyebilir.O kadar fındık yemenin sonunda başımda koca koca cıbanlar çıktığını hatırlıyorum.EEE o da işin cilvesi değil mi ,ben razıydım yeter ki daha çok fındık yiyim.

Annemle Babamın gelişi ,lojmana yerleşmemiz ve yeni arkadaşlar.Tam karşımızda 2 kardeş, Ülkü ve Taner,onların yan lojmanında 2 kız kardeş Ayda ve Esra .Kemik ekip biziz.Lojman kardeşliği .Bundan sonra başlayan dönem benim hep özlemle andığım çocukluk anılarımın geçtiği dönem.